Günlerden o gün, torunu Şenay’ın
doğum günü gelip çatmıştı. Neredeyse 2 haftadır
evde sürekli bu konuşuluyordu. Doğum gününe kimler çağırılacak, ikramlık
listesi, hangi türden müzikler çalınacak, doğum günü konsepti ne olacak?...
Sorular, gündemler bitmiyordu. Birkaç karar değişikliğinden sonra en sonunda
deniz kızı konseptine karar verilmişti. Çarşıda pazarda mavi renkli, parlak,
süslü ne varsa alınıp gelinmişti. Balonlar, rafyalar, renkli mumlar, gelen
çocuklara verilecek hediyeler, yüz boyama… Çocuklara oyun oynatması için iki kişi bile
tutmuşlardı.
Eşi, kızı ve torunu arasında
geçen bu hummalı çalışmayı uzaktan izliyordu Asım Bey. Aslına bakarsanız tüm
hazırlık eşi ve kızı arasında geçiyor, Şenay daha çok onlara emir veriyordu. O
iki zavallı da canhıraş koşturup bir de Şenay’ı memnun etmekle uğraşıyorlardı.
Bir gün dayanamayıp
sordu Asım Bey: “Yahu biz Şenay’ın nişanını yapsak ancak bu kadar
hazırlık olurdu. Biraz abartmıyor musunuz?”
Eşi ve kızı ise bu cümleye
bozulmuş, biraz da sert çıkmışlardı. Buna rağmen
ikisinin aklından da ‘’Acaba fazla mı oldu ki?’’ sorusu geçmişti. Geçmişti geçmesine ama hiç
üstünde durmamışlardı. Saatlerine baktılar çünkü
2 saat sonra partinin yapılacağı mekân sahibi ve organizasyondan sorumlu görevliyle
toplantıları vardı. Trafiğe kalmamak için hızlıca hazırlanıp çıkmaları
gerekirdi.
Kızı, annesine: “Anne, hadi
hazırlan da hemen çıkalım. Listeyi de ben aldım. Toplantıdan sonra yine o parti
malzemeleri dükkanına uğrar, siparişlerimiz gelmiş mi sorarız. Ayy umarım gelmiştir. Yoksa Şenay çok ağlayacak ve benim
artık onu avutacak sabrım kalmadı.”
Kendi cümlelerini duyunca şöyle
bir duraksayıp ne kadar çok yorulduğunu hatırladı. Beş yaşında bir kız
çocuğunun doğum günü için bunları yapmaya gerek var mıydı diye düşündü. Ama
artık başlamışlardı ve yapmazlarsa Şenay’ı sakinleştiremezlerdi.
Şenay doğum gününde denizkızı
kostümünü giydi. Anne ve babası da konsepte uygun giyinmişler ve bir de
kafalarına taç takmışlardı. Eşi, Asım Bey’e de en azından rengiyle konsepte
uysun diye zorla mavi bir tişört giydirmişti. Şenay’ın anne ve babası gelenleri
karşılıyor, masalarına oturtuyordu. Şenay ise arkadaşlarıyla bir oraya bir
buraya koşturuyordu. Sanki o kadar hazırlığı isteyen kendisi değilmiş gibi,
şimdi gözü arkadaşlarından, oyundan başka bir şey görmüyordu.
Pasta kesildi, fotoğraflar
çekildi sıra hediye açmaya geldi. İnsanlar hediyeleriyle sıraya geçmiş, tek tek doğum günü kızı Şenay’a takdim ediyorlardı.
Şenay’ın yüzünde ise beklenenin aksine bir mutluluk belirtisi
yoktu. Çoğu hediyeye ‘’Bundan bende vardı!’’ ya da ‘’Bunun şu
modeli daha güzeldi!’’ diyordu. Annesi durumu
kurtarmaya çalışıyor, insanlara teşekkür ediyordu.
Mahcubiyetini “Zamane çocukları işte, çok zekiler, mutlu etmek zor tabii!” diye anlatmaya çalışıyordu.
Bizler bu
tatminsiz çocuklara ‘’Zamane çocukları’’, ‘’Y kuşağı’’, ‘’Z kuşağı’’ diye isimler takar
olduk. Peki bu ‘’Zamane çocukları’’nı
kendi ellerimizle bu hale getirmiş olabilir miyiz? Bu sorunun cevabını hiç
kendimize sormadık. Eskiden imkânları olsa bile onu belli bir sınırda
çocuklarına veren büyüklerimizi ‘’cahil’’ diye nitelendirdik. Şimdi ise imkânı olsun olmasın
bir şekilde bulup buluşturup çocukları imkâna boğuyoruz adeta. Üzerine aylarca düşünülmüş doğum günü partileri, karne
kutlamaları, yılda birkaç kez büyük masraflı tatillere gitmeler, her hafta
sonu soluksuz takip edilen aktivite planları… Her evin bir odasının oyuncak odasına dönüştürülmesi…
Tüm bunlara rağmen mutsuz, tatmin
olmayan bir nesil… O zaman insan düşünüyor, “Acaba imkân ve mutluluğun zıt bir
bağlantısı olabilir mi?” Bütün örnekler gösteriyor ki öyle. Ebeveynler çocukları
mutlu olsun diye hiçbir şeyi eksik etmemeye çalıştıkça, çocuklar daha mutsuz
oldular. Üstelik şikayetleri de cabası. Hayatta
bir şeyi elde etmek için çabalamadılar, bu yüzden
onu elde ettiklerindeki mutlulukları da kısa süreli oldu. Çok zaman geçmeden
onu beğenmemeye, bir üstünü istemeye başladılar. Ebeveynler de o üstünü almak
için çabaladılar. O üstü gelince yine mutsuz ve onun da bir üstünü isteyen
çocuklar türettik. İşte bu böyle kısır bir döngü
haline geldi. Tatminsiz ve mutsuz çocuklar, onları mutlu etmeye uğraşan aileler…
Aslında bu
sorunun çözümü için cevap çok açık. Neyin miktarını arttırıp dengeleri
bozduysak, onu azaltacağız. İmkânları çoğaltarak mutsuz hale getirdiğimiz
neslin, imkânlarını azaltarak mutlu hale getirebiliriz. Elbette uzun süre imkana alışmış herkes bu değişime önce direnç
gösterecektir. Ancak bizim istikrarlılığımızla
bir süre sonra her şey yoluna girmeye başlayacaktır. Bunu yaparken biliyoruz ki
insanlar çabalayarak, mücadele ederek, biraz da bekleyerek o istediğini
elde etme mutluluğuna kavuşabilirler. Ve bu mutluluğa
kavuşabilmek çocuklarımızın da hakkı.
💧
Deneyimsel Tasarım Öğretisi ve Karar temalı blog
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insanın amacını amaç edinmiştir.
Hayatta mutlu ve başarılı olmak...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi ve Karar temalı blog
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insanın amacını amaç edinmiştir.
Hayatta mutlu ve başarılı olmak...
Ah ebeveynler… çocukların her istekleri yapıldığın da, çocukları mutlu edeceğini sanmaları.. oysa ki neyde miktar artarsa etki azalmaz mı? Bizden istenilen dengeyi bozmamak çabasıyla
YanıtlaSilgerçekten bir çok şey beklentiden :(
YanıtlaSilİmkân ve mutluluğun zıt bir bağlantısı olabilir mi? Tam tersi düşündüğümüz imkanları artırdığımız durumlar...ahh ahh. Güzel farkındalık teşekkürler.
YanıtlaSilMiktar artınca etki azalır...
YanıtlaSilİlişkilerimizin şifası olacak yasa🤍
Kaleminize sağlık🍃
İmkanları arttırmayı iyi anne baba olmak sanıyor insanlar. Oysa ihtiyaç harici olan istekler arttıkça ve bu istekler çocuklara verildikçe, çocuklar daha mutsuz, daha doyumsuz, daha şımarık oluyor.
YanıtlaSilKaliteli ilişkiler için, herşey denge de olmalı..
YanıtlaSilEskiden çocukların çok az oyuncağı olurdu ve onunla ne oyunlar kurar, saatlerce oynarlardı. Günümüzde ise çocuğun bir oda dolusu oyuncağı var ama yüzüne bakmıyor. İlk alındığında az biraz oynanıp sonra oyuncak sepetine atılan, unutulan ve yüzüne bakılmayan oyuncaklardan geçilmiyor. Hem tatminsiz hem mutsuz. Daha fazlası da yetmiyor. Ne acı ki onu bu hale getiren biziz! İmkan verirsek onun daha mutlu olacağını zannediyoruz. Ama olmuyor. Bu nasıl bir yanılgı!
YanıtlaSilMutluluk imkanlarla sağlanamadığını anlatan güzel bir yazı olmuş elinize sağlık
YanıtlaSilBu kadar gözlerimizin önünde olan ama bir o kadar göremediğimiz gerçekler... Kaleminize sağlık
YanıtlaSilOlgunluk ve şımarıklık farkı
YanıtlaSilKaleminize sağlık💐
YanıtlaSilİnsanın en büyük yanılgısı ve en büyük hayal kırıklığı.; miktar arttırarak veya azaltarak dengeyi bozup çözüme ulaşacağını daha iyi olacağını sanması…
Doğada her şey bir denge üzerine kurulu. İnsan da dengeyi korumalı ve uyum sağlamalı. Nerede sorun yaşıyorsa orada hemen dengeye gelmeli.